10 Haziran 2013 Pazartesi

Demokrasi vardır, yalan olsa bile...

"Demokrasinin içinin güzelliğine kapılıp, onu sahiplenen o kadar çok sistem, ideoloji, akım, yaklaşım -ve artık adına ne derseniz- vardır ki günümüzde mikro ya da makro olduğu fark etmeksizin bu terimin kullanımına ihtiyaç duyulmaktadır. Dr. House bu konuda sağlam bir önerme getirmektedir; 

-"Hakikat yalanlarla başlar ve insanlar yalan söyler." 
-"En başarılı evlilikler yalanlar üzerine kuruludur"

ki bu Foucault'un sistem hakkındaki görüşleriyle tamamen örtüşür. Dahası oy veren kişilerin verdikleri parti ile aralarındaki geçici evlilik sözleşmesi'nde de bu kural açıkça yazılıdır.

Demokrasi sözünün iktidarın dilinden düşmemesi bana "Barda" filminin de müzikleri arasında yer alan Üç Nokta Bir'in söylediği "dediler ki" şarkısının bir kısmını da anımsattı. 

"Tekrar gözden geçirdim, yalan söylememişler... tekrar gözden geçirdim, yalan!" "Eğriyi doğruyu bilenler" tarafından kullanılan demokrasi kavramı da aynen bu şekilde bi yalan-bi doğru-bi kurgu-bi sorgu-bi vurgu halinde sürüp gitmekte ve kabına sığmamaktadır. 

Bir başka başlık altında dickinson'un "gerçeği söyle ama onu çarpıtarak söyle. başarı yayılan yalanlarla gelir" sözünü paylaşmıştım. Araçlar amaç olma ironisine yenik düşerlerse belirli çıkmazlara neden olurlar. Demokrasi de bana göre bu çıkmazların başında gelmektedir. Antik yunan demokrasisinin kavramsallaştırmasını yapanların "ancak ve ancak küçük toplululuklarda geçerli olabilir demiştik" dediklerini de duyar gibiyim. 

"Eğer yurttaşlar devletten korkuyorlarsa bunun adı tiranlıktır! Eğer devlet yurttaşlarından korkuyorsa bunun adı demokrasidir." 

Kimin kimden korktuğuna gelin siz karar verin?

Son olarak da "demokrasi vardır, yalan olsa bile..."

NoT: Dayatmalarda Kayboluş arkadaşımın yazısına yazdığım yorumumu paylaşmak istedim :) Görseli de Yalnızlığın Tanımıydı Ayrılık'tan yürüttüm :)



7 Haziran 2013 Cuma

Twitter belasına kardaş, yatarız zindan bizim!

Merhaba,

Bugün direnişin 11. Günü! Hareket bir kıvılcım ile ortaya çıkmış ve devamında ülke içinde gittikçe büyüyen koca bir yangına dönüşmüştür ki evet, polis tam da bu yüzden tazyikli su sıkıyor (!) Bu bağlamda akaryakıt ve LPG’ye gelen son zamların ardından biber gazı da artık ekonomik bir yakıt türü olarak hayatımıza her an girebilir.

Öncelikle benim de, eşim ve kayınbiraderimle anbean içerisinde yer aldığımız hareketin örgütsüz ve doğaçlama olduğunu düşündüğümü belirteyim. Bu durum, atılan sloganlardan, gelişi güzel hareketlerden de anlaşılabilecektir ki esasında tam bir “kervan yolda düzelir” durumu söz konusudur. 

Hayatında ilk defa meydanlara dökülmüş çok büyük bir kesim var. Tam bir serçe telaşı içerisinde, polisin orantısız gücünden korkan ama yine de cesaretle meydanlarda yer alan bir halk yığını. Barikat kurmak, polisle çatışmak, kaldırım taşı sökmek, otobüs yakmak vs. bir yana dursun gözü sürekli olarak poliste olan bir kitle.

Bu kitlenin % 95’den fazlası taraftarlar, liseli gençler, üniversiteliler, sade vatandaşlar, vb. insanlardan oluşuyor. Simge yoğunluğu açısından hazırlanan mizah gücü çok yüklü efsanevi pankartlar ve Türk Bayrakları söz konusu. Diğer semboller çok az! Yani öyle başbakanın bahsettiği üzere ideolojik ya da siyasi gruplar, 28 Şubatçılar, alkolikler, çapulcular değil meydandakiler ve başbakanın lafına bakıp çapulculuğu bir şeref payesi görecek kadar, gülmeyi bilen kişiler... Normalde hakaret davası açılabilecek sözler, lafı işiten tarafın verdiği tepkiyle çok ilginç ve karmaşık bir hal alarak birer birer kavram karmaşasına dönüşüyor. Bir de unutmadan ezan okunduğunda hiçbir direktif olmadan sessizleşen, bitmesiyle birlikte tekrardan sloganlara başlayan bir kitle düşünün; kandilde içmeme kararı alarak, simit dağıtan bir hareket sizce İslam karşıtı olabilir mi?


Türkiye şu an güzel ama sadece bir kişinin zevkiyle döşenmiş bir evdir. Bir kitlenin taleplerine kendince cevap verdiğini düşünen ancak kendinden olduğunu belirttiği halde, %50'inin içinde ve  dışında kalan kitleyi alenen dışlayan, dahası onurunu kırarak aşağılayan bir başbakanı vardır. Bu kesimin haklı “haylazlıkları” başbakana yaramaz olmuştur ki artık bu tebaaya karşı bir çatı değil yalnızca her yağmurda su akıtan boş bir tavandır. Onuru kırılan, kişiliğinden ödünler verdiğini hisseden, “benim burada ne işim var” diyen insanlar var bu ülkede ve nasıl ki bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüyse; Bir ülke de, en fakiri kadar zengin, en esiri kadar özgürdür! 

Çoğunlukla bilgi çarpıtma kaynaklı karşılıklı kışkırtma yok mu eylemlerde? Var ki, bu çok normal. Ortak bir hedef ve plan olmadığı için zaten provokasyona çok açık bir durum söz konusu.Ancak tüm hareketi salt bunu yapanlara indirgeyip itibarsızlaştırmak da en kibar tabirle algıda seçiciliktir. 

Bir de twitter yüzünden İzmir'deki gözaltılar var. İzmit'te de durum farksız ki "bu apartmanda işçi var mı?" gibisinden saçma bir suhal ile kapımız çalındı bizim de. Bu bizce bir gözdağıydı. Ancak Hindistan'daki Tuz yürüyüşünü bilen bilir! Hapishaneler haksız yere içeri konanlarla dolmaya başladıkca, "suçu" işlemeye devam etmek gerekir. #bubirsivildirenis mağdem en pasif agresif direniş yöntemi belki de budur!

Twitter belasına kardaş, yatarız zindan bizim!

Direnişteki insanları kategorize etmeye çalışmak, boş konuşup, oturduğu yerden maval okumaktan ibarettir. “Bu eylemi yapanlar, 28 Şubat’ta, başörtüsü yasaklarında neredeydiler?” gibi sorular soranlar var ki saçmalamakta gelinen son nokta budur. Ekşisözlük’te “crowley” rumuzlu arkadaşımızın bu soruya verdiği yanıt şu an alanlarda bulunan pek çok kişi için geçerlidir;

“Ben ortaokuldaydım. Gezide yanımda olan kardeşlerim ya okula başlamamıştı ya da ilkokuldalardı. Bazıları liseye yeni başlamıştı. Sürekli olarak şurada neredeydiniz, burada neredeydiniz diyorsunuz ya? Biz Gezi’deydik siz neredeydiniz?”

Şu an meydanlarda olan kitlenin tutumunu şuna benzetiyorum ben. Almanya’da yaşayan Türk pasaportuna da sahip insanlar seçimlerde, Almanya’nın AKP’sine değil de sol tandanslı partilere oy veriyorlarken, Türkiye seçimlerinde oylarını AKP’ye veriyorlar. Çünkü gurbette ve azınlıkta olduklarından haklarını en iyi koruyacak, savunacak kişileri başta görmek istiyorlar ki ezildiklerini hissettikleri ülke de bir nebze nefes alabilsinler. Ülkemizde “%50” içinde/dışında kalan ve sesini duyurmak isteyen kesimin de şu an yaptığı aslında bundan pek farklı değil. Seçimler, demokrasi alfabesinin yalnızca birkaç harfini oluştururlar. Her gün seçim yapılamayacağına göre, bir haksızlık ile karşılaşan halkın tepki göstermesi kadar doğal bir şey de yoktur. 


Konuyla ilgili Murat Menteş’in paylaştığı bir anekdotu aktarmak istiyorum size;

“Babamın arkadaşı Süleyman Bey, eşi Hacer Hanım’dan boşanmış. Şok!
Annem soruyor: “35 yıldır evliler, kocaman çocukları var, neden ayrılmışlar?”
“kahve köpüğü” diyor babam, “Süleyman, ‘kahvenin köpüğü az olmuş’ deyince Hacer de kızmış; tartışmışlar ve soluğu mahkemede almışlar…”
Annem: “yahu neler söylüyorsun, insan hiç kahve köpüğü yüzünden boşanır mı?”
Sesimi çıkarmıyorum.
Fakat, bu boşanmanın kahve köpüğüyle ilgisi olmadığını biliyorum.
Öfke, geçmişte biriken çok sayıda meselenin bileşkesidir ki Gezi Parkı hareketi de direniş için “kahve köpüğü” olmuştur.

Son olarak eyleme katılmayan arkadaşların herbirine -düşüncesi ne olursa olsun- katıksız saygı duymakla birlikte, onların da direnişe katılan insanların her birinin davasına saygı duymaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü "dün sizin istediklerinize kulak tıkandığında sizden biriydim, şimdi siz başkalarına kulak tıkadığınızda nasıl sizden olayım ben." Kölelikten kurtulur kurtulmaz kendisine köle isteyen biri olmayın! Size zamanında yapılan haksızlıkların acısını, bundan sorumlu olmayan kişilerden çıkararak, yaşadığınız acıların aynısını ve belki daha da fazlasını başkalarının yaşamasına da ortak olmayın!!!

“Yaşam tarzımıza, mahremiyetimize, onurumuza dokunma!” başka ihsan istemez…