boşta gezmekten hoşlansam da
hoş gezdiğim anlarda bile boş gezemeyen,
taşkağıttan, bıçkın bir kaplanım ben.
annem ben doğarken,
babamsa siyahi olarak doğmamla,
hayalleri batarken ölmüş.
ismimi de halimle müsemma olarak Güneş koymuşlar da
daha ilk günden tutulmasam iyi olurmuş...
sokağa 4 yaşımda düştüm,
ilk dayağımı 5 yaşımda yedim,
mor gazozlar aktı gözlerimden,
ağladım...
iyice dayak yemeden dayak atılamaz derler,
ilk dayağımı 7 yaşımda attım,
dövdüğüm çocuk yüzünü annesinin memelerine kapatarak ağladı,
içim çok acıdı,
yanlarına giderek özür diledim ki
ilk ve son anne dayağımı da o gün yedim
mor gazozlar aktı gözlerimden,
ağlamadım...
ilk işime 8 yaşımda girdim.
sansar diye birinin kendi yaptığı şekerleri
bisikletle büyüklere dağıtan minik bir bitirimdim.
alemdeki cismim gündüz feneri,
ismimse esmer şeker'di
annem babam tanısalardı beni
çok severlerdi
sansar iyi bir adamdı;
bana okumayı, yazmayı, dövüşmeyi, iskambili, bölüşmeyi ve gülmeyi öğretti.
zaten bir adam sizi her hafta lunaparka götürüyorsa kötü olamazdı.
13 yaşımdayken aynı lunaparkta pamuk şeker yiyen bir kıza aşık oldum
benden epey büyükmüş!
ne olmuş yani,
onun yaşı büyükse benim de gözyaşım büyük cinsinden arabesk hallerdeydim
sansar, "uzak dur oradan" dedikçe, kendimi orada buluyordum.
ilk bıçak yaramı da "kızın peşini bırak" sözleriyle kızın gözleri önünde edindim
"güzelim kızı tek seven ben olacak değilim ya!" diye düşünerek,
bana bıçağı vuran çocuğun ablak bakışları arasında
sağ yanım hızla kanarken kıza, kendi koyduğum isimle seslenerek,
Pamuk Şekeri;
"işte seni de bu bıçak yarası gibi seveceğim" dedim!
kız benden akan kanı görünce düşüp bayılmıştı da
bayılmasa iyiydi...
sansar bir kere daha iyi adamdı
tüm gece penguen okumuş gibi uykusuz kalmıştı
zaten bir adam bütün gece başınızda bekliyorsa kötü olamazdı
saçımı okşayarak, şansa yaşadığıma dair bir nutuk attı
ayağa kalktığımda 14 yaşındaydım
pamuktan bir sevgilim vardı,
ben sütlü kahve olmuştum,
o da kömür gözleriyle esmer pamuk...
bıçak yarası gibi keskin bir viraja hızla girerek büyürken
bir gün bizim kız
gündüz fenerle gezen ve kendine köpek diyen bir adamı anlatan
kendi küçük fakat derdi büyük bir kitap bulmuş,
gündüz fenerliğimizden de bağdaşım kurup
gitmiş biri ak diğeri kara 2 yavru almış gelmiş
daha kendi sorumluluğumuzu bilmeden
2 yavru köpeğimiz oldu mu 15 yaşımda
karasına gündüz dedim akına gece,
neticede
ikisi de iki hece...
16 yaşımda sansar şeker yapmayı öğretti bana
tadına bakmamam gerektiğini de tembih etti.
"köpeklere de verme gözleri kör olur" dedi.
birlikte çok güzel işler yapacağımızı fakat daha tıfıl olduğumdan bahsetti.
ben de kendimi ona daha iyi göstermek için tatlı tatlı diye bir kitap okudum.
ilk sayfada çikolata topları vardı,
esmer şeker koyun diyordu.
ben de kendi yaptığım şekeri karamelle karıştırarak ekledim
tadına bakıp bakmama konusunda kararsız kaldım fakat
bugüne kadar bir istisna dışında sansar'ın sözünden hiç çıkmamıştım.
derken sansar geldi ve yaptığımı görünce çılgına döndü,
nasıl olduğunu sonradan anlayacağım şekilde, tatmadığımı anladı.
sakinleştikten sonra bir tanesini kokladı ve ufak bir parça attı ağzına
o anki yüz ifadesi hayatımda görmediğim kadar mutlu bir ifadeydi ve zengin olduk dedi...
17 bitmiş 18'den gün almıştım ki
25 yaşındayım desem kimse itiraz etmezdi
hayat standartlarımız zengin insan mertebesine yükselmişti artık
içimdeki kaybetme korkusu ise her geçen gün artmaktaydı ki
her şey çok güzel gidiyorsa kesin olan tek bir şey vardı;
bir şeyler yanlıştı ve kötü şeyler olacaktı...
bir gün evlenmeden olmayacağına dair olan anlaşmamız aniden bozuldu ve
pamuk şeker ile bir sonraki aşamaya geçtik.
mor gazozlar aktı gözlerinden,
ağladı...
ağladım...
bunun ertesi gün sansar daha önce hiç görmediğim şekilde telaşlı bir halde geldi ve
"köşeye sıkıştım, hemen burayı terketmelisiniz" dedi.
sol yanından bir anahtar çıkardı,
bir kağıda bir şeyler karalayarak
bana uzattı.
hiçbir soru sormadan gece ile gündüzü de yanıma alarak pamuk'un yanına gittim ve durumu anlattım
önce "gelemem" dedi, sonrasında ise bana sımsıkı sarılarak "yalvarırım git buradan" dedi...
ne olduğunu anlamadan aptalca bir soru sorarak "kim" dedim...
"hemen bu evden çıkmazsan beni sonsuza dek kaybedeceksin" deyince,
gözlerimi gözlerinden ayırmadan kapıya kadar varıp, dışarı çıktım...
hayatın zirvesinden yuvarlanmaya başladığımı hissettim.
yeteri kadar param, çok güzel bir sevgilim, babadan öte bir adamım ve köpeklerim vardı ama
anlayamayacağım şeyler oluyordu
sansar'ın karaladığı kağıtta bir postane kasası numarası yazılıydı.
sol anahtarının açacağı kasaya hemen ulaştım:
pamuk ve benim için iki pasaport, kıbrıs'a bir uçak bileti ve
adıma düzenlenmiş binlerce liralık bir hesap defteri vardı yalnız,
niye iki pasaport ve bir uçak bileti diye düşünmekten parayı umruma katamıyordum...
sansar'a kendimi bildim bileli güvendim ancak
bu kez kendimden beklenmeyecek bir biçimde
"acaba pamuk'la beni ayırmak mı istiyor?" diye düşündüm,
dayanamayarak mahalleye geri döndüğümde sansar'ın tutuklandığını gördüm.
mor gazozlar aktı gözlerimden,
ağladım...
hemen sonra evden pamuk'un çıktığını ve polis şefine uzun uzun sarıldığını gördüm.
gece ile gündüzü bir refleksle elimden bırakmamla birlikte
ikisi de tüm hızlarıyla pamuk şekerim'e doğru koşamaya başladılar
bense olanı biteni çözememenin verdiği sinire rağmen saklanmayı akıl edebildim...
ertesi gün televizyonlarda,
"bugüne kadar 27 kişiye tecavüz etmekten aranan sapık sonunda yakalandı"
şeklinde bir haberi sansar'ın fotoğrafıyla birlikte verdiler...
işte bu çok saçmaydı
mor bir gazoz açtım içtim,
ağlamadım...
çok değil daha birkaç gün önce
hayatımın bu erken döneminde
diğer insanlardan çok farklı olmadığımı,
oldukça sıradan olduğumu düşünüyordum
şu an ise nereden ve kimden başlayacağımı biliyorum...