10 Eylül 2012 Pazartesi

Üç...



hayatınızda sağlam bir mutsuz sona geldiğinizde
bayatlamayan bir tek mayanız kalmıştır.
kendinizden başlayarak,
sizi koala gibi SARdığını SANdığınız kişileri,
herkesi ve her şeyi
sağ üstteki çarpıya basar misali bir çırpı da geride bırakmalısınız
fakat başlarda önünüze baktıkça arkanızı görmeniz kaçınılmazdır.
yakın planlı hayalleriniz kırıldığı an
uzaklar; yaranıza tuz basan tuz'aklardır.
hem kaç kez kaçarsa kaçsın uçurtmanız
kız isteme besmelesinden ötürü
gökyüzüne küsülmezdi
dahası kimse bilmese de
esmer tasın değeri yeni hamamda bilinmezdi
yine de kafanız genelde çalışmasa bile
eski'r tas dipsiz kuyulara birebirdi...

esmer güneştim
dondum önce
çatırdayarak çözüldü dilim
gözlerim açıldı yavaş yavaş
ayaklarım dibe vurdu
ve sonra doğdum yeniden
karanlık aydınlığa...

ağlayan bir temmuz sabahında
kör bir limoncunun
bonkör bir askıdan ekmek alırken
rüya salıncağında sallanan bir çocuk görmesi kadar
anlamsız bir karşılaşmayla
tanıştım bir çocukla
ve sanki iki bendir tanıyordum bu veledi
önce biraz kekeledi
sonra da yüzüme fazlasıyla gülerek
"sonunda gelebildin" dedi!
anlayacağınız şov, kaldığı yerden
kovularak devam ediyordu...

yeni hayatımın ilk gününde böylece bir arkadaşım oldu,
adı da şaka gibiydi;
Joker;
yani iskambil kağıtlarının elli üçüncüsü...
bildiğiniz üzere kişileri tanımakta üzerime yoktur (!)
"o da benim gibi galiba" derken
ve acaba ihtiyacım olan yerde kullanabilir miyim onu?
hatta bazen kendi yerime bile kullanabilir miyim?
soruları aklımdan geçerken, 
 "joker, küçük bir delidir.
herkesten farklıdır o.
ne sinektir ne karo, ne kupa ne de maça.
sekiz veya dokuz, papaz veya bacak değildir.
her şeyin dışındadır, ötekilerle aynı yere ait değildir.
gerçi öbür kartlarla aynı pakette bulunur,
ama orası onun kendi evi değildir aslında.
bu yüzden de çıkarılıp bir kenara konabilir, hiç arayanı soranı olmadan."
yazan, bir kullanma klavuzu tutuşturdu elime ki
benzer yanlarımız hakikaten de vardı fakat
beş dakikada bütün işler değişti...

Polisler, polisiye dayak atmanın içgüdüsel hazzını almaktalardı,
bense ölesiye dayak yemenin piçgüdüsel hazzını defalarca aldığımdan,
dayağın da,
hazzın da
azı kâfi gelebilirdi…
mor gazozlar dolsa da gözlerime
yalnız yemediğin dayak adamı ağlatmaz
olsa olsa güldürürdü
ben de güldüm
işin kötüsü dayak atmayı bilmeyen adamın vurduğu öldürebilirdi
polislerin çoğu da öğretmenlik eğitimi aldıklarından
devlet için adam dövmeye değil
devlet için koyun gütmeye programlanmışlardı
bu yüzden yine de dikkatli olmak gerekirdi...

fark ettim ki zaman eskisi kadar hızlı geçmiyor
eskisi kadar da çabuk ölmüyordu
hızla anlatacağım olaylardan çok dolgudan olgularım vardı
şemsiyeyle ilgili bir japon atasözünden ötürü de hiçbir şey sormadım ona
farkında olmadan güzel işler yapacağımızın farkındaydım
birbirimiz için ilk gün okul servisinde yan yana oturan çocuklar gibi olmalıydık aslında
ama sanki 20 yıllık kankardeşlerdik...
dayaktan sonra
bana bu hayatta başarılı olmak istiyorsan bir üçüncüye ihtiyacın vardır dedi
ve o gün beni geleceğin en garip yazarıyla tanıştırdı;
ismi cenap'tı...


10 yorum:

  1. Erdost bu ne ?
    Okudum, sonra Cenap`ı okudum, döndüm yazıyı bir daha okudum. Hala okuyasım var. Şiir mi desem öykü mü desem bilemedim ama bayıldım.Sanki bir kavga durumu sezer gibiyim ya da uzlaşı sonunda. Cenap deyince ben pek sevememiştim Cenap`ı zaten.Gerçi Cenap`ı sevmemek kendimi sevememek gibi biraz.
    Bu arada bir çok cümlen tek başına bir aforizma, kutlarım. Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asya,

      öyle bir şey işte :) Aslına bakarsan ben biraz daha uzatmaları oynatıyorum yazılara ama bloga özet mahiyetine geçebilecek "kısıtlamalar" koyuyorum :D

      Martin Eden'i de ben sevememiştim ki senin Cenap için söylediklerinle hemhal bir yansıma da bana oluyor :)

      Çok teşekkür ederim Asya :)

      Hoş kal...

      Sil
    2. Erdost bu açıklamadan sonra tam olarak taşlar yerine oturdu bende. Bir kaç kez okumam, dönüp Cenap`ı okumam yetmemiş; bir de açıklama gerekiyormuş bana.Gözünü seveyim örneklemenin :)))
      Cenap`ı sevmemek kendimi sevmemek gibi biraz demişim ya, insan kendine çok benzeyen birinden çok hoşlanmaz biliyorsun.Benim en sevdiğim roman kahramanı kaptan Ahap, çünkü tutkulu biri hiç olmadım. Belki biraz hevesli.
      Cenap beni bundan sonra çok ilgilendirecek emin ol,merakla bekleyeceğim devamını.Sevgiler.

      Sil
    3. Yaklaşık 1 ay önceye kadar yazdığım 41,5 sayfalık süreklilik gösteren bir metnim var. Devamında başıboş 23 sayfa ve sonu belli bir 9 sayfa :D

      Devamı da mutlak ve nihai olmayan bir sonu da var yani aslında da beklentiye sokmak istemem :D

      Sil
  2. o sarsıntı sonrası sağ üstte kalan çarpıya sadece görünürde bastım. Evet artık bitti deyip. sonrası öyle olmadı, dik durdukça o şemsiyeyle olan muhabbetim arttı içimde ve haliyle iç dünyamda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sarsıntıdaki SanSar eşiğini de geçtiysen, ne mutlu bana :D ve şemsiye... Ah o şemsiye, aslında herkesin içinde...

      Sil
    2. bi gün oturup daha yalın bi dille de konuşmak lazım. böyle şemsiye, sansar nereye kadar :)

      ki o şemsiye, o sansardan daha çok sarsar :)

      Sil
  3. o kadar çok deneme yaptım ki yorum yapabilme adına... bu son, bir daha denemeyeceğim...(su)
    Metin çok güzel, dil ironik, benim de izlediklerimden çıkardığım dokundurmalar var... güzel, güzel...

    YanıtlaSil
  4. Bir işaret.. Evet belkide herkesin beklediği bu. Ama gelsede bazen göremiyoruz. O kadar istememize rağmen.

    YanıtlaSil

Dostmodern Hyde Park'a hoş geldiniz :D

Bu sizin bana yazdığınız ilk yorumunuzsa, dövüşeceksiniz... Welcome the erdost club...

Yorum yazmanız beni mutlu eder, yorumunuz etmese bile...

Yaz işte be...