25 Nisan 2012 Çarşamba

Kışçıdır* İnsan Biraz da...

Özümüzden özür dileyerek ederken
Cafcaflı son sözlerimizi
Denklenemeyen denklemlerin bilinmezleriydik
Bilmem ki kaç işsiz kişi
Dünden gelenin günü kurtardığı bir gelecek zamanda
N kadar derinden baksak da dünyaya
Sığ bir sağır yaşam “artık” kaçınılmazken
Kimsenin canını yakmayan bir ateş 
Yarın da doğacaktı bıdık bir resim kâğıdının köşesinden ki
Gereksiz bir gerçeklikteki romantizme de hiç gerek yoktu…

Belirli belkilerde belli oluyorken her şey
Sinope’nin girişinde bir köpekli kalpazandım herkes uyurken
Suçum yok günahım çok
Halim bitli itimden beter
Horlayan bir hortlak gördüm
Hayat bombok
Keyfime diyecek yokken
Dertlerim beni yoklayarak var ediyorlardı
Ben, kendim olmadan da var olurdum ki
Nihilist bir varoluşçuluğa da hiç gerek yoktu…

Kendini arayan insan neden meşgul olduğunu anlamazken
Kaç kere söyledim anlayın artık
İnsan asla kendi olamaz
Ender gelişen yeşil su samuru atakları gibi bir umudur
Bir nehri uykusuzluğun koynunda bari rahat bırakmanızı istemek
Ninni söylemenizi de istemem
Su akar altına kaçırır yalnızlık
Bi tanrı gördüm sanki gelin de inanın
Modern dost tatlı söyler ki
Çocukların hayali güçlerinin yüzme öğrenmeden boğulmalarına da hiç gerek yoktu...

Ölmeye başlarmış meğer insan doğarken
Sevmeye başlamasıysa henüz erken
Serçe damdan atladı diye ölmez sandığımda çocuktum, yanıldım
Beni iyileştiren şey beni yaraladığında anlamadığımı
Balık kendini boğunca anladım
Mükemmel insan dünyanın her köşesinde vardı da
Neyse ki yanardöner dünya yuvarlaktı
Şahit gereken olaylarda geçecekti adım
İnsanın kendine yaptığını düşmanı yapmazdı ki
Şu elips dünyada elitist olunca düşmana da hiç gerek yoktu…


Her hayat parmak izi gibi yaşanmalıyken
Mono tonda bir dengesizlik
Beyaz kefenin modası hiç geçmez
Artık hep geç
Varmak ile durmak arasında yorgunluk sonuçlu bir savaş
Vuruşmak yasak, duruşmak serbest
Gemiler deniz yüzünden batmaz
Kışçılar yaza yazı yazar Tenekeci İbrahim misali
Aklımın patikalarını asfaltlamaya bir son verin ki
Postu serip dostmodern bir düşe düşmeye de hiç gerek yoktu…


*Kışçılar, kış mevsiminde soğuk ve ağır koşullarda yaşamak zorunda olup da 4-5 aylık cezası olan suçlardan işleyerek kışı hapiste geçiren kişilerdir ki her insan belli dönemlerde farklı sebeplerle de olsa sığınır bir yerlere...

19 Nisan 2012 Perşembe

Olası Son Cümleler...

"...Doğduğunda güldürdüklerini yaşarken duygudan duyguya sokmak, öldüğündeyse ağlatmak istiyordu, hatırlıydı… Bu durum doğduğunda ağlamış, yaşarken duygudan duyguya girmiş bir kişinin ölürken de gülerek gitmek istemesi ironisinden sebepliydi. İnsanın başlayamadığı ya da sonlandıramadığı o kadar çok şey vardı ki, ölürken bile aklında bunlarla ölürdü. Ciddi meseleler ve onları çözme umudu insanı yaşatan şeydi ki ölmeye yakın olduğunda da bu meselelerin çok oluşu insana acı vermekteydi..."

Son sözler de hem planlı değillerdir oysa ve çoğu zaman da seçilemezler aslında;

Aklıma gelenleri yazayım siz de gelenleri ekleyin :)

  • Bi şey mi kokuyor ne!
  • Virajlar da epey keskin az bi şey dikkatim dağılsa...
  • Bakın bakın ellerimi bıraktım...
  • Hiç bi şey göremiyorum...
  • Bu mesafeden bir fili bile vuram...
  • Dolu mudur ki...
  • Sizce burdan atlayabilir miyim...
  • At at ben tutarım :)
  • Hile yaptığımı fark etmedi salakla...
  • Bu piranhaları da abartıyorlar ha...
  • İrmik mi o...
  • Yüz metre düz...
  • Bu yemeğin tadı biraz farklı mı?
  • Ben bi anteni bağlayayım da uçmasın bu havada...
  • Elektrikçi gerekmez bak şunu bağladık mıydı ta...
  • Köpek balığı mı o...
  • Kedidir kedi...
  • Bu yol kestirme...
  • Burası Fener Tribünü mü?
  • Mavi teli keselim bence...
  • Buralar eskiden hep mayın doluymuş...
  • Kaplan mıydı o?
  • Bitkiye bak nasıl da açılıp kapanıyor...
  • "Dikkat Ayı Çıkabilir" Hadi len... :D
  • Nasıl giriyorum makaslara görüyorsun değil mi...
  • Araba kullanırken insanın neden uykusu gelir ki...
  • Yaklaşmayın atlarım...
  • Buz dağı...

13 Nisan 2012 Cuma

Neler Oldu Neler...

Akşamüzeri içimde garip hisler taşıyarak ve aklımdan onlarca şey geçirerek eve doğru yürüyor, bir yandan da market kartımı yine evde unutmuş olmama bozulan market görevlisi kızın psikoloğunun bozuk olduğunu düşünüyordum. Yan tarafımda ilk kez o gün fark ettiğim nehir, ay ışığını kendine tutsak etmiş parıl şırıl pırıl ışıl kımıl ikilemeleriyle özetle de karmakarışık akarken az önce geçtiğim mahalle bakkalının önünden tekrar geçtiğimi fark ettim. Ya da aklımdan geçirdiklerimi o kadar hızlı düşünüyordum ki henüz marketin önünden ilk geçişimdi, bilemiyordum.

Zabıta İrfan henüz avrupa yakasına sürgün gitmemişken ve geçmiş zamanın ilgi eklerinden olan "bıyık burma" tarzında pencere arkası çiçeğine serbest kur yaparken, bir dilim karpuzu yutmakta olan Lazbakkal amcaya tuhaf ve bir o kadar da şüpheli bakışlarla iki, hatta üçüncü kez selam verdim gibi geldi, neden bilmem. O da bana el kol ederek garip bir şekilde selam verdi. Memento olaylar olaylar...

"Karpuz mevsimi ne ara geldi ya" derken ilkokuldaki matematik öğretmenim John Nash'i gördüm. Laplace bok yesin matematiğim iyidir ve hocamdan farklı olarak duygularım da öyledir. Oturduk "go" oynadık. Şibumi sol olsun yendim tabii sonra da durduk yere yan tarafımdaki nehir gibi aktı gözlerimizden yaş belki de bir rüya için ağıt filmindeki kırmızı elbiseli teyzeye.

Devamlılık hatası olsun işte tam da o esnada az/öz önümde olduğunu fark ettiğim arabadaki tüysüz adamla gözleri yeşil kadın kavga ediyorlardı. Ağızlarından dökülen sözleri okuyabilmiştim. "Turşu suyunun iyisi mi hiç bulaşmayalım" dedi, tonton kadın ve "Limooooon" diye, yanıtladı e-sözlüklerde "sol frame'de görünce" e-salaklığına alet edilen büyük adam.

Fakat "oku" emri gelmediyse bu benim için olasılıksız bir şeydi. Gözlerim bozuktur, karanlıkta ise hiç seçemem ki ben diyerekten ve gözlerine ışık tutulan tavşanımsı köstebek gibi kalakalmak varken önce gülen Japon gözleri, sonra da keskin bir Formula 1 viraja yaklaşma sesi… "Şahitlerim var" benzeri Hezarfen gibi uçabiliyordum, yüzümde Özge görmüş bir bebek görmüşçesine bir gülümseme ile birlikte tabii ki. Bakkal amca Meksika dalgasında sörfe başlamışçasına birden ayağa kalktı ve fark ettim ki marketten aldığım elma da uçabiliyordu. Başıma Newton düşmüşçesine bir sızı hissettim sonra.

Arşimet’ten farklı olarak ben, belamı bulmuştum sanırım. Bir tuhaflık olduğu kesindi de ne olduğunu hala anlamamıştım. Varsayalım ki elma, süperelma çıkmıştı fakat ben süperberduş değildim. Sean Penn çok öte şeyler yazıp yönetiyordu ama Sean Bean'dan bağımsız gelemiyordu aklımın panik odalarına. Beyaz tavşan şarkısı da geri planda çalmaya devam ediyordu sanki "oyun" filminden. İsmimden yeryüzünde çok az vardı ve çocuğumla adaş olmama izin verilmese de neyse ki bunun konumuzla bir ilgisi yoktu. Ardından Sakallı Celal’in nur cemalini gördüm sandım. Meğer berber düşmanı kardeşimmiş. Kaçak futbolcu olarak oynatıldığımdan iptal edilen lisanslarımda Richard Kimble yazıyordu ve anladığınız üzere uçmaya kaldığım yerden devam ediyordum.

Süper doğal bir durum vardı başlangıca doğru hızla giden. Ayaklarım yere değdiğindeyse nasıl olduğunu anlamadığım bir biçimde apartmanın önüne gelmiştim elimde al bir almayla. Pir Sultan’ın uyur idik dizeleri ve İlkay Akkaya’nın billur sesi geldi kulaklarıma…  Sonra birden ev kapısına doğru yöneldim ve kapının açık olduğunu fark ettim. Işıklar da sönüktü derken birden duvara yansıyan feneri ettim. Çocuklarına Yusuf ismi koyanlarının olası sebeplerine bir yenisini daha ekleyerekten  içerdeki kim olabilirdi hem de bu saatte diye düşündüm önce ve sonra da uyandım zaten!!!

Yataktan doğrulduğumdaysa ayaklarımda bir ıslaklık hissettim. Du duf duf du duf seslemeleriyle önce Karanlık Sular filmi sonra da kuyu güzeli seçilen Samara geldi aklıma ki part üçte hastalığa teşhis koyan House ifadesiyle dank etti birden;  yanı başımdaki su dolu bardağı alayım derken düşürmüştüm uyurken ve belki de sadece birkaç dakika geçmişti üzerinden. Nehir’in ne olduğu anlaşıldı da diğerleri ne idi diye düşünsem de epey derinden inanın çıkamadım işin içinden.

N diyeyim; Bilincimin altına üstüne hoş geldiniz…

4 Nisan 2012 Çarşamba

Elma...

Yekta Kopan'ın pek güzel Emma Peel takıntısından daha öte bir hazdan bahsedeceğim size; Elma :D

Hayır, düşündüğünüz gibi şöyle suludur, şöyle lezzetlidir, şöyle güzeldir... demeyeceğim. Yok yok, ne apple diyerekten Steve Jobs'a selam veresim var (!) ne de dinimiz amin diyerekten elma yanaklı Havva'sını alan "badem bıgı" Adem'den dem vurasım.

Ayrıca, Şeytan Elma'nın içerisinde gizliyse bana ne bundan...

Gerçek hayatta ne işinize yarayacağını bilmediğim bir bilgi vereyim de yukarıda yazdıklarım boşa gitmesin; Adem Elması'na böyle denmesinin sebebi kaşıkçı elmasının hikayesinden tabii ki de farklı olarak  Adem'in yasak elmayı yemesi ve boğazında kalmasından dolaylı bir sebeptendir. Uydurdum bunu ama çok mantıklı değil mi sizce de... Kaşıkçı elmasının hikayesi de daha sonra uydurayım :) "Badem Bıgı" Adem bir başka deyişle ilk pamuk prenses de kaynadı gene arada ya olsun... 

Kabuğunu koparmadan
ne bir elmayı soyabildim
ne de iyileştirebildim bir yaramı
ama karşıma çıkınca
kızmadım hiç elma kurduna
bendim çünkü bıçağı saplayan
onun yurduna...
Türkçe'ye alma'dan evrilerek elma olarak geçmesi de umrumda değil. Hem alma olsaydı da adı severdik de biz gene alırdık onu.

Elma dersem kulak verin bu dediklerime, armut dersem dillere pelesenk subliminal bi mesajla "içinizde seksek oynayan bir ayı var" derim sizlere... Saklıkent'ten bozma bir semtte saklambaç oynayan  dört bir yanı sobe olan komatöz çocuklardık aslında. Oysa insanı uyandırmada kahveden daha etkiliydi elma bizlerse Pir Sultan deyişiyle uyur idik...

Yenilen şey vücutta neye benziyorsa ona iyi gelirmiş ya elma yanaklı olmayı kim istemez ki dersem Maranki-terk halim gün yüzüne çıkar diye korkarım ama. Pazarlama stratejilerini de abarttılar artık :D

Uykusunda ölen adama otopsi yapıldığında midesinde elma bulunursa cinayetten şüphelenilirmiş, elma yiyen adam sağlıklı olur diye düşünülerek. Neyse elmamı yedim uyuyorum :P

Özetle, gökten mübarek sayıda elma düştü, biri kurda temellisinden yem oldu, diğeri newton'a dank etti, sonuncu eple de Süperberduş'a nasip olsun.


- Doğrusu, sen hakikaten iyisin.
- Yani, sen mesela...
- ...şimdiye kadar yediğim herhangi bir elmadan, yüz bin kez daha iyisin.
- Ben Süpermen değilim, ben Süperberduş'um. 
- Sen Süperelma'sın.,
- Çok lezzetlisin. Çok organiksin, çok doğalsın.
- Sen en gözde elmamsın...

Cevap da Süperşairden gelsin; Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın seni sevmesi şartmı?

Bilemiyorum tabii, ben bu filmi seviyorum diye sizlerin de bu filmin ilham verdiği bir yazıyı okumanız, dahası sevmeniz şart mı? Bu şart değil elbette ama Into The Wild'i izlemeniz şart olsun e mi :)