18 Ocak 2012 Çarşamba

SEMERKANT






Derler ki; kayadan bir kenttir Semerkant. Diğer tüm kentlerin kaderini ellerinde tutan şehirlerden olagelmiştir. bu zamanlarında şehirlerin efendisidir ve sonrasında Timur'a başkenttir... Yıldızların efendisi Hayyam, vezirlerin efendisi Nizamülmülk ve Örgütleyicilerin efendisi hasan Sabbah'a topraklık etmiştir ki bu bir kent için "anlatılmaz yaşanır" bir durumdur. Bu yıllar geçer Semerkant bir Özbek şehri olur, eski cakasından uzak olsa da Moğolların yerle eşitlediği şehirde Timur’dan kalan az/öz bir miras kalır... Yalnızca bununla bile UNESCO dünya mirası listesinde kendine yer bulmuş olsa da gerçek değerini kurgu ustası Lübnan asıllı bir Fransız tarafından ele alındığı vakit bulabilmiştir. Başka deyişle söyleyecek olursak, kurgu üstadı Amin Maalouf şehrin kaderini ellerinde tutmuş ve böylece yazarların efendilerinden olagelmiştir.
Yapıt, Ömer Hayyam'ın Rubaiyat isimli paha biçilemez elyazması eserinin 1072 yılında Semerkant’ta başlayıp 1912 yılında Titanik'te biten hikâyesini ele alıyor. Bunu yaparken de bizi, elyazmasının yazılış sürecinin arka planında kalan ancak iç içe iki hikâyeden oluşan kitabın ilk bölümünü sürükleyen öylesine bir metinle karşı karşıya bırakıyor ki, kendimizi sözcüklerin sihrine bırakıvermekten başka çaremiz kalmıyor...

Bu sihirli ama bir o kadar da benzetim dünyada kendimizi hangi kahramanda bulacağımızı şaşırıyor, olmadık hallere girip, pek de tasvip edilmeyen ve edilmediğinden anti-kahramanlara hayranlık duyuyoruz. Düşünceye sınır çizen yaklaşımlardan tamamen arınmış bir üslupla karşılaştığımız kesinleştiğinden ve etkilenmemizden kaynaklı bir tepki verme dayatısıyla "üslup fedaisi" olma hevesi ister ya da istemez oturuyor bedenimize. Fark edemiyoruz belki ama kitap bir nevi "maske" oluyor ve benliğimiz esir alınıyor izinsiz yere. Bizse Stockholm sendromuna maruz kalmış ya da afyonlanmış gibi kalakalıyoruz, seve seve...
İlk bölüm için diyebiliriz ki; yıldızlardan kurulu bir takımın hocası olmak ne kadar zor ise kahramanları, Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah gibi isimlerden oluşan bir çarkı başarı ile döndürmek de bir o kadar zor olmalıydı ki neticede kitapta da geçtiği üzere "tanrı" onlara, yaşanmaya değer bir devir bahşetmişti. Maalouf'un bu zorluğun üstesinden başarıyla ve fazlasıyla geldiğini söylemek işten değil ancak haberi olmasa da ilk bölümde bu denli meyve vermesinin cezasına birazdan çarptırılacak (!)

Ayrıca Maalouf bu bölümde Maya Angelou'nun "İnsanlar söylediklerinizi ya da yaptıklarınızı unutabilirler ama onlara neler hissettirdiğinizi asla unutamazlar" sözünü farkında olarak ya da olmayarak bizlere somutlandırmış oluyor. Hayyam'ın ve Nizamülmülk'ün sözleri ve yaptıkları elbette bizlere kalabilmişlerdir ama Hasan Sabbah'ın hissettirdiklerinin unutulma şansı gerçekten yoktur.
Bahsini ettiğimiz ikinci bölüme geldiğimizde kahraman yaratma ustasının kahramanları ilk bölümdekileri ister istemez aratıyor ve ikinci bölüm ilk bölüme oranla bilindik kişileri içermediğinden de olsa gerek biraz sönük geçiyor. Başka bir deyişle söyleyecek olursak ilk bölüm, karşılıklı bir sahnede mükemmel bir performans ortaya koyan oyuncu gibi kalırken, ikinci bölüm iyi olmasına rağmen ilk performansın altında kalan oyuncu olmaktan kurtulamıyor. Kitap da bunun gibi iki başarımdan oluştuğundan sahnede akılda kalan birinci performans oluyor.

İlk bölümde Hayyam'ın ve elyazmasının süreçlerini ele alırken arka plandan da mükemmel işler kotaran Maalouf ikinci bölümde, Benjamin O. Lesage adlı bir gencin ve elyazmasının serüvenini bizlere kapış ediyor. İlk bölümdeki "mal bulmuşluğumuz" bu bölümde kendisini meraka bırakıyor ve Benjamin’den çok elyazması prim yapıyor. Benjamin O. Lesage'nin orta ismine yakışır derecedeki atılımları bizleri heyecanlandırsa da bunların bizi kesmeyeceğini düşünen yazarımız ikinci bölümde, ilk bölümdeki hemen herkesin yerine bir karakter ekleyerek toplamda eşitliği sağlama adına büyük bir iş yapıyor. sona gelindiğinde gerek elyazmasının gerekse Semerkant’ın başladığı yerlerden çok ama çok uzaklarda vuslatlara sahip olduğunu söylemek mümkün. Heyecan sonuna kadar devam ediyorsa da Moğolların yerini Titanik’e bırakıyor olması gerçeği bizleri trajikomik duygular içerisine sokmaya yetiyor da artıyor bile...
Sonuç olarak eserimize baktığımızda tarihsel bir romanla, daha doğrusu bir romanla karşı karşıya olduğumuzu anlamamız biraz güç oluyor ki ne denli gerçekçi bir kurgu olduğunu da bu yargıdan çıkarmamız oldukça mümkün. Tarihin popülerleşerek mitleşmesi geleneğini yerine getiren bir roman Semerkant ve sınıfındaki en parlak yakıtlardan biri olduğu da aşikâr. Yazarın diğer yazıtları ile karşılaştırdığımızda ise üsluptan çok kurgunun ön planda olduğunu söylemek mümkün. Başka bir deyişle Doğu’nun Limanları’ndaki (1996) üslup-baskın halin Semerkant’ta kurgu-baskın bir halde olduğunu vurgulayabiliriz. Doğu’nun Limanları’ndaki karşılaşma sahnelerinin nereden geldiğini de yazarın bu eserine bakarak anlayabiliyoruz ki Doğu’nun limanları Semerkant’tan sekiz sene sonra tamamlanmış bir yapıttır.
Çeviriyle ilgili olarak da değerlendirme yapma konusunda yeteri olmayan biri olsam da Antimonik olarak diyebilirim ki; hani bazı filmler için "Türkçe dublajlı izlemeyiniz!" uyarıları yapılır. Kitap o kadar sade ve akıcı bir Türkçe ile çevrilmiş ki merhum Esin Talu-Çelikkan bu çevirisi ile resmen hortluyor ve bizlere bunun tam tersini söylettiriyor; "kitabı Türkçe Çevirisi ile" okuyun! Şimdi ise kitaptan seçkiler;
-düşündüğümü söylemek için yaşlanmayı beklemem mi gerek (20),
-tanrı bize, yaşanmaya değer bir devir bahşetti. (62)
-kurt ile kuzunun yan yana su içebilecekleri bir devlet düşlüyorum. (62)
-alkışlayacaksam, hep bir elim arkada alkışlamak zorunda kalacakmışım gibi geliyor. (63)

-dört bir yana muhbir yerleştirecek olursan, sana sadık olan gerçek dostların bundan kuşkulanmayacak, düşmanların ise tetikte, önlemlerini almış olacaklardır. zaman geçtikçe, muhbirleri etkilemeye çalışacaklardır, gün gelecek dostlarının aleyhine, düşmanlarının lehine raporlar almaya başlayacaksın. İyi olsunlar, kötü olsunlar, sözler birer ok gibidirler. birkaçını bir arada fırlattın mı, biri mutlaka hedefi bulur. sonunda kalbini dostlarına kapatır, düşmanlarına açarsın. yanına gelip kurulanlar, düşmanların olur. o zaman, gücünden geriye ne kalır? (68)
-bilginlerle düşüp kalkan hükümdar, hükümdarların en iyisidir denir ve yine denir ki: hükümdarlarla düşüp kalkan bilginler, bilginlerin en kötüsüdür. (67)
-sadakat, yalancı ağızlardaki kadar doğru olamaz. (69)
-cennet de cehennem de senin içinde. (77)
-Ölümden sonra ya hiçlik var ya da günahların bağışlanması. (96)
-aslanı yaraladığın takdirde, işini bitirmek gerekir... (115)
-karışıklıklar başlamaya görsün, kimse durduramaz, kimse kaçamaz, bazıları da yararlanmanın yollarını arar. (117)
-Ölmeye hazır olana karşı ne gibi önlem alınabilir. (118)
-siz bu dünya için değil, öteki dünya için yaratılmışsınız. hiç balık, denize atılma tehdidinden korkar mı? (118)
-ayağa kalk, uyumak için Önümüzde sonsuzluk var... (135)
-Çöl ozanlarının övecekleri bir kadın: yüzü güneş, saçları gölge, gözleri pınar, bedeni fidan, gülümsemesi serap... (151)
-kadınların gözünde kahraman olmuşsanız, onları yalanlayabilir misiniz? (166)
-onca bilgi sahibi olanlar, bize bilginin yolunu gösterenler, kuşku denizinde boğulmadılar mı? bir öykü anlatırlar, sonra gidip yatarlar. (176)
-yaralı kuşlar ölürken saklanır. (214)
-Öyle anlar vardır ki vereceğin her karar kötüdür. kötüler arasında, sana en az pişmanlık vereceği seç. (217)
-İçinden çıkılmaz durumların çözümü için yüzyılların geçmesi gerekeceği sanılır. birden bir insan çıkar ve ölüme mahkûm bir ağacın yeşerme mucizesi göstermesi gibi, meyve vermeye başlar. (234)
-krala karşı haklı olan bir bakan, kocasına karşı haklı olan bir kadın, subayına karşı haklı olan bir er iki kat ceza görmez mi? (242)
-zayıfların haklı olmaları hatadır. (242)








6 yorum:

  1. Bu kitap aylardır kitaplığımda,elimde geziniyor.Çok ağır cümleleri yada bana öyle geliyor.Bence her kitabın yeri ve zamanı var oldugunu düşünenlerdenim.Demek ki onu şuan okunmayanlar listesine geri koyup,ilerleyen zamanlarda okunmak üzere bırakıyorum.
    Çok güzel yazıydı,tebrikler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitabın içine girebilmekle ilgili biraz galiba. Aynı şeyi "Olasılıksız" kitabında ben de yaşamıştım. Sonrasında ise bir günde bitmişti kitap, mesela. Zaten azıcık zorlayıp okuduğunuzda saracaktır olaylar hüzmesi sizi...

      Yazıyı beğendiğinize de sevindim tabii ki, bittiğinde de üzerine konuşuruz artık.

      Sil
  2. Wikipedia'dan ulaştık analizinize, tüm sınıf minnettar kaldık.

    YanıtlaSil
  3. dün gece sahurda bitirdim kitabı,


    Evet cümleleri ağır ama dediğin gibi kitabın içine girebilmekle ilgili biraz da, ama biraz ilerlemeye başlayınca ilerliyor.''Nereden nereye '' dedirtiyor insana,masal gibi hakikaten.

    YanıtlaSil
  4. benim de kitap sinavim vardi cok iyi oldu ya .nasil tesekkur etsem az '-'

    YanıtlaSil
  5. kitabı şu an bitirdim ve hemen internete bakıp yorumları okumalıyım düşüncesi belirdi haliyle. iyi ki sizin analizinize denk gelmişim. Sade ve etkileyici olmuş. kitap okurken sevdiğim yerlerin altını çizme alışkanlığım var bu kitapta çizdiklerimin çoğunu sizin analizde gördüm. mutluluk verici.

    YanıtlaSil

Dostmodern Hyde Park'a hoş geldiniz :D

Bu sizin bana yazdığınız ilk yorumunuzsa, dövüşeceksiniz... Welcome the erdost club...

Yorum yazmanız beni mutlu eder, yorumunuz etmese bile...

Yaz işte be...