Can sıkıntısı bir hastalık gibi duruyordu yüzümüzde... Sıkıntımızı geçirmek için hangi avm'nin boktan Latte'sini yudumlamak gerektiğini henüz keşfetmemişken, maskeli balo şarkısının nasıl ortaya çıktığını anlamaktaydık bir yandan da. Öte yandan da halimizle teknolojiye, küreselleşmeye, standartlaşmaya, tüketirken tükenmeye "sövgü" kitaplarının baş karakterleriydik.
Sıkıntılarımızı birbirimize kalıcı bir halde dövmekteydik, yazbahar tatilinde silme hayalleriyle. Sezilen oydu ki; bir Bezgin Bekirlik hakimdi bünyelere, bakir gezmelerle giderilemeyen ve "İnsan sosyopatik bir sosyal varlıktır" sonucu çıkmaktaydı ağlak sağlamalardan.
Düşüncelerimiz bile aşırı dozda yorgundu. A ile Z gibi bütün harfleri aşıp da bir araya gelmiştik zaar, yorulmuştuk "işte" özetle biraz ama öz... Çıkış noktası yüzümüze tutulan ayna yansıması olan "para" olarak belirlenmişti içten içe. Parlak ama rahatsız edici... Bu beynimizi resmi örümcek ağları ile ören işlerden kurtulmanın başka ne yolu olabilirdi ki.
Yorgun gelmemiştik bu dünyaya ki geçecekti bu günler. Birbirimizi sevdiğimiz gibi işlerimizi de sevecektik. Hayatlarımızın kiralık halleri de son bulacaktı böylece, hayatkar makamından şarkılar söyleyecektik kargalara saygı duruşları eşliğinde. Umut fakirin ekmeği ki karın doyurmuyor. Bizimse karnımız doyuyor fakat fakir ruhumuza kıtlık hakim, kırk kanaat mı kırk satırlık bir şiir mi diyoruz ki özetle kafalar gitti :D
Yanlış olmasın denizi gören geniş pencereli ufuklarımız var bizim, ben biraz pejmürde o biraz buğulu. Birbirimizin kıçına iğneler batıran Woodo bebekleri gibiydik biraz da. "Dut ağacında vişne yetiştirmek" olsa da bu ara yaptığımız, yetişecek yerimiz var hala uzaklarda, içimize Oblomov kaçmış olsa da... Tüketirken tükenmenin kitabını yazarken, aynı anda da okur gibi yapıyoruz ama kitabı ters tutmuş tükenirken tüketiyoruz, farkında değiliz. Şu an için hiçbir şey yapmamak için her şeyi yapıyoruz da diyebilirim ki bekaretlerimizi geri kazanmak için sevişiyorduk hayatla, Hepsi bu...
"The Future" filmi geleceğe dönüşü simgelemeye devam ederken, hayatı yastık yapıp uyumak istiyorduk rastsal rüyalarımızın kabusu olabilmek için. Birimiz kör birimiz şaşı, çift yumurta ruh ikiziydik sanırım fakat gün geçtikçe tekleşerek birbirimize benzemekteydik.
Günü geldiğinde herkes mutlu bir hayat ile anlamlı bir hayat arasında seçim yapmak zorunda kalacaktı; Bizse mutlu hayatımızı anlamlandırmak istiyorduk. Neyse ki, ne olduğunu bilmediğimiz işte bizden iyisi yoktu, orası kesindi...
Bir hayalin kırılmasının en güzel yolu gerçekleşmesiydi, kalbi kırık hayaller de hep bizimleydi...
Özetle bugünlerde başımız gölgede olsun da kıçımızı eşşek tepsin bir yaşam bizimkisi; Hayat da binmiş tepemize vuruyor kırbacı, vuruyor kırbacı...
her canım sıkıldığında emily nin film müziğini açar dinlerin, acaip rahatlatıyor, tavsiye edilir :)
YanıtlaSilBen genelde "pencere önü çiçeği" ni tercih ediyorum ki Yann Tiersen'i de çok severim...
YanıtlaSilresmini yayınladığınız karakteri küçükken gerçek sanıyordum ve ondan çok korkuyordum.. sezercik filmindeki açık arttırma sahnesini de unutamam.. paylaşıma teşekkürler..
YanıtlaSil"Binicem üstüne, vurucam kırbacı vurucam kırbacı" demesi sanmıyorum ki hafızalarımızdan silinebilsin... :D
YanıtlaSilEvet benim hafızamdan silinmiyor mesela, taklidini de iyi yaparım. :D
YanıtlaSilÖzellikle lisede eğlendirirdim insanları bu replikle. :D
Sileceğim vallahi yazının sonunu :P Hafızalarda yer etmiş bir şeyi derinlerden çıkararak can sıkıcılığı ortadan kaldırmışım istemeden :P
YanıtlaSil